GERÇEK KİŞİLERİN TACİR SIFATINA SAHİP OLMA VE İFLÂSA TABİ TUTULMA ŞARTLARI KONUSUNDAKİ YARGITAY UYGULAMASI
GİRİŞ
TTK.nun 14 ve devamı maddelerinde, Ticaret Hukukunun önemli kavramlarından biri olan tacir kavramı düzenlenmiş ve gerçek ve tüzel kişilerin tacir sıfatına sahip olmasının şartları ve sonuçları belirlenmiştir. Bu hükümlerin yorumu, mahiyeti itibariyle, uygulamada çok önemli sorunlar doğurmamaktadır.
Ancak Yargıtay, yakın tarihli iki kararı ile, eski içtihatlarına ve doktrindeki görüşlere aykırı bir tutum içine girmiştir. Bu kararlardan birinde, MK 1’e dayanarak, ilkesel biçimde, doğrudan doğruya, gerçek kişilerin iflâsa tabi tutulma şartlarını genişletmiş, diğerinde ise, gerçek kişilerin tacir sıfatına sahip olabileceği halleri genişletmiş ve böylece, iflâsa da tabi tutulmaları gerektiğini içtihat etmiştir. Kanaatimizce bu kararlar, önemli bir içtihat değişikliğidir ve değerlendirilmelidir.
Bu nedenle, tebliğimizde Yargıtay’ın bu yeni yaklaşımını ele alacağız. Bu amaçla, önce, doktrindeki görüşlerin de yardımıyla, gerçek kişilerin tacir sıfatına sahip olmalarının şartlarını genel olarak inceleyeceğiz. Ardından, söz konusu şartlar yönünden Yargıtay’ın iki yeni kararını, eski kararlar ve doktrinin görüşleri ışığında, değerlendireceğiz.
I. TTK.NA GÖRE GERÇEK KİŞİLERİN TACİR SIFATINA SAHİP
OLMASININ ŞARTLARI
A. Genel Olarak
Gerçek kişilerin tacir sıfatına sahip olmasının şartlarını genel olarak düzenleyen TTK. 14. maddeye göre;
“Bir ticari işletmeyi, kısmen dahi olsa kendi adına işleten kimseye tacir denir.
“Bir ticari işletmeyi kurup açtığını, sirküler, gazete, radyo ve sair ilan vasıtalarıyla halka bildirmiş veya işletmesini ticaret siciline kaydettirerek keyfiyeti ilan etmiş olan kimse fiilen işletmeye başlamamış olsa bile tacir sayılır.
“Bir ticari işletme açmış gibi, ister kendi adına, ister adi bir şirket veya her ne suretle olursa olsun hukuken var sayılmayan diğer bir şirket adına (ortak sıfatiyle) muamelelerde bulunan kimse, hüsnüniyet sahibi üçüncü şahıslara karşı tacir gibi mesul olur.”